Kendin olmak, kendine yolculuk etmek ifadelerini son zamanlarda çok sık duymaya başlamış , az ya da çok fikir sahibi de olabilirsin. Yine de, bildiklerimizi bir kenara bırakarak tam buradan yeni bir keşfe çıkmayı öneriyorum. Konuya bir paradoks ile giriyorum; kendin olmak, kendin olma alışkanlığını bırakmakla başlar! Çünkü kendin olmak, sanılanın aksine bilinen bir olgu değildir, tam olarak bu yüzden! Kendi olma yolculuğu, uzun yıllardan beri tüm öğretilerin özünde hep aynı mesajı vermek için farklı öğretiler ve sistemler üzerinden anlatılmış. Tüm bu anlatılanların altındaki en açık gaye nedir? Kendimiz sandığımız, olduğumuz kişi sandığımız, varlığımızın üzerindeki perdeyi kaldırmak, belki ilk başta onu fark etmek.
Şu anda olduğumuz kişiyi masaya yatıralım, sesli düşünelim. Dünyaya geldiğimiz an öz varlığımızın bulunduğu çevre ile şekilleniyoruz. Önce ebeveynlerin; onların inançları, kişilik özellikleri, kişisel yaraları, hayatta başardıkları veya başaramadıkları, oldukları veya olamadıkları yani kısaca bilinç ve bilinçaltı dünyaları. Sonra yakın çevremiz, aldığımız eğitim, arkadaşlarımız. Öz varlığın üzerine nakış gibi dokunan bir yazılım programı da diyebiliriz. Tüm bunlar, şu anda kendin olma alışkanlığını kazandığın araçlar. 0-7 yaş arası bu yazılım programının neredeyse tamamı ortaya çıkmış oluyor. Hayatta karşına ne çıkarsa çıksın, o yazılım programının referansları üzerinden cevap verebiliyoruz. Çocukluğunda edindiğin bu programın yaratım sürecinde bilinçli müdahale edebilme şansın olmadığını hatırlatmak istiyorum! O halde soruyu bırakıyorum, sen sana aktarılanlardan ibaret olan bir yazılım programı mısın? Önce, şu anda kimsen onu sorgulamakla, başlar kendin olma yolculuğu. Yolda yanına hangilerini tekrar alacağına yeniden karar verirsin ama bu defa seçimini bilinçli yaptığın için o yönlerini kullanmanın etkisi de değişecektir.
Bu yolculukta bazı deneyimlerimi aktarmamın sana ilham olması niyetiyle devam ediyorum. Böylece, sen de ancak kendin olarak bir yola çıkmaya karar verebilirsin. Zaman zaman duyumsadığın, hayatın böyle olmaması gerektiğine dair nahoş his aslında seni buna teşvik etmek için dürtüyor. Bilirim ki, adım atmak kolay değildir başlangıçta. Bildiğimiz kişiyi bırakma fikri bizi o kadar çok korkutur ki, alıştığımız o nahoşluk ile yaşamayı yeğleriz. Eckhart Tolle bunu “acı bedeni ile yaşamak“ olarak tanımlamış ve ne yazık ki dünya nüfusunun 97%’si bu bedenle yaşadığının farkında değil diye de ekliyor. Çünkü, insan zihni bildiği acıyı, bilmediğine dair hissettiği korkudan daha çok tercih ediyor. Ne olduğumu aramaktan ziyade, ne olmadığımı bulmak ve anlamakla başladı sürecim. Bunu bir matruşka bebeğin parçaları gibi düşün. Her bir parçayı çıkarıp incelemek ve sen olmayan parçalardan soyunmakla ilgili bir süreçten bahsediyorum. Ne olduğunu anlamak için, ne olmadığına bakmak şart! Neden? Çünkü öz varlığımıza ait olmayan her şey bize dışarıdan yüklenmiş şartlanmaların eseri ve onları bulup yüzleşemedikçe hatta kalpten helalleşemedikçe, kendimiz olma yolunda adım atamıyoruz. Öz varlığımızla bağ kurmak, çocukluğumuzdan bu yana edindiğimiz inanç kalıplarını, düşünme biçimlerini, alışkanları kırmakla mümkün oluyor. Öz varlığımız, kim olduğumuzu bilen ve hayatta olduğumuz halimizle ahenk içinde var olan yanımız. Ne var ki bu matruşkanın sahte parçaları ile örtülmüş durumda…
İlk uyanma deneyimim mesleğim üzerinden oldu. “Ben icra ettiğim, para kazandığım meslekten ibaret değilim” diyerek yaşayabilmek için uzun bir farkındalık yolculuğuna çıktım. Önceleri, kendimi dışarıdan bir filmi izler gibi izledim ve gördüm ki mesleğimden kaynaklı bakış açımın çevresinde inanılmaz bir ağ var. Hayata dair bakış açım işimin filtresinden geçerken, kendimi olduğum gibi görebilme ihtimalim nedir? İş hayatının getirdiği doğrular ve yanlışlar arasında gidip gelmekten, kendi doğrularımı araştırmaya, ruhumun ihtiyaçlarını karşılama ve önceliklerimi belirlemeye vakit kalmış mıydı? Bunun çok net anlaşılması adına belirtmeliyim; hepimizin icra ettiği mesleki sorumlulukları var, ev hanımı olmak da buna dahil. Vurgulamak istediğim, yaptığımız işlerle ne kadar özdeşleşiyoruz, hayata baktığımız pencere ne kadar o mesleğin etkileri üzerinden… Çalışan, kendi ayakları üzerinde durmaya gayret eden birey için bir noktada iş hayat olur, hayat da iş… Bu durumda kendimiz neredeyiz? İşte önce bu soru ile başlamalı, tüm bu sorumlulukların, çalışmanın, koşturmanın arasında neye ihtiyacım var? Beni ben yapan, bütün hissettiren ne var? sorularını sormak kritik bir önem taşıyor. Önce buradan başla, çünkü inan bana bu sorular açıl susam açıl etkisinde! Kalpten soruya bağlandığında içeriden ihtiyacın sana ses veriyor. Eh o da başlangıçta alışkın olduğun bir ses olmayacak. O, ses sana zihninin pek de hoşlanmadığı şeyler söyleyecek. Zihin kontrolü bırakmaya izin vermez, çünkü geminin kaptanı olmadığı sürece kendini tehditte hisseder ve bedenine rahatsız edici sinyaller gönderir. Sen o sesi duysan da ya bir kez dinler boş verir ya da hiç denemeden o sese değil zihnine yenik düşersin. Çünkü zihin özdeşleştiği, ben olarak tanımladığı düşünceler, duygular, inançlar ve alışkanlıklar aracılığı ile oluşturduğu kimlik üzerinden kontrolü elinde tutarak geminin kaptanı olma halini sürdürmek ve illüzyonu güçlendirmek üzerine programlıdır. Kısaca şunun farkında olmalı; edindiği her şeyle özdeşleşerek ve kendi dışındaki her şeyden ayrı olduğu inancını sürdüren bir zihnin varlığını anlayıp, kabul etmeden bu yola çıkmak oldukça zor. Zihnin doğasının neden beslendiğini anlamak çok değerli bir araç.
İkinci kendim olma farkındalığı, ailemden de ibaret olmadığımı anlamamla devam etti. Baktım ki aslında onlar da kendileri değildi, onlar da ailelerinin ve onların ailelerinin bir uzantısıydı adeta…Nesilden nesile uzanan bir zincir düşün, aktarıyor. Ne zaman ki birisi, kafasını kaldırıp, illüzyonun dışına bakmaya cesaret ediyor, işte o zaman zincire can geliyor, anlam yükleniyor. Bu noktada ailemize bağlı olmak; köklerimizi, atalarımızı tanımak, sevmek değil bahsettiğim. O aile zincirinin bize getirdikleri ile ne kadar özdeşleştiğimiz. Onları sevebilir yine de özgürce kendimiz olmanın tadına varabiliriz. Sen buradan kafanı çıkarmadıkça, bu zincir cansız bir şekilde birbirine bağlanmaya devam edecek. Kopuş yok, bağlantının niteliğinde bir fark var. Örneklemek gerekirse, çocuktun ebeveynin sana hep güçlü durman gerektiğine dair bir yaşam dersi verdi. Sen de bu öğüdü aldın, başucu bilgin yaptın; çünkü sevilmek, kabul görmek, takdir edilmek ihtiyacını karşılamak istemek bir çocuğun doğası. Çocuklar bu ihtiyaçlar üzerinden yoğuruluyor. Bir çocuğa göre ebeveyni her zaman haklıdır çünkü çocuğun hayata bağlanma ve hayata güven kanalı ebeveynidir. Çocuk bu bağlanmayı inkar edemez çünkü bildiği tek hayatta kalma yoludur bu. Sen de her çocuk gibi, referans aldığın bu başucu bilgisi ile güçlü durmak için ne gerekiyorsa yaptın; olmayacak zorlukları aştın, kendi inandıklarından ödün verdin, Bedenin yorgunluk sinyalleri verdiğinde, ruhunun hayattan keyif almaya ihtiyacı olan zamanlarda, zihnin kendisini güçlü görüneceği tercihlere bıraktı. Başkaları seni hep güçlü gördü ama sen içinde hayat enerjinin neden azaldığını, neşenin nereye kaybolduğunu, küçük şeylerden aldığın hazzı, hayatın oyunsu tarafını çocukluğunda bıraktığını kendine sorar oldun. O halde soruyu tekrar bırakıyorum, sen ailenin ve yaşadığın çevrenin oluşturduğu yazılım programı mısın? Yazıyı buraya kadar okuduğunda içinde kendin olmayan parçalarına bakma isteği uyanıyorsa, bu yazı amacına ulaşıyor demektir. Seni engelleyen o inanç kalıplarını bulduğunda, şefkatli bir yaklaşımı yol arkadaşı edinmen çok önemli, bu şefkat hepimizin aynı illüzyondan geçtiği ve bu illüzyonun yarattığı insanlığın ortak acısından hareket etmeye dayanıyor. Şimdi eski inanç kalıplarını tek tek bularak, yerine yeni olumlu inanç kalıplarını yerleştirmen gerek. Çünkü eski yazılım eksik, hatalı...Sana hizmet etmiyor, aynı sorunların etrafında dönüp duruyor. Ve onu yıkmak yetmez, onun yerine yeni bir yazılım oluşturmak şart!
Kendine giden yol yaşam boyu, ilk açtığın kapı ise zamanla seni yaşamdaki eşsiz ifadene taşıyor. Yolculukta engeller aşıldıkça, manzara dinginleşiyor, çeşitlilik ve renk artıyor. Hiç kimsenin yönlendirmesine ihtiyaç yok, zaten hep biliyordun. Doğduğunda biliyordun, öldüğünde de bildiğini anlayacaksın. O halde, hayatın içinde bu kadar dağılmak niye? Topla parçanı çık yola, topla yanına yandaşlarını ... Yalnız yürümek zorunda değilsin! Ben hiç yalnız hissetmedim ve kendim olma yolculuğuma hâlâ devam ediyorum. Bu yazıyı okuyarak bana eşlik ettiğin için minnettarım.
Bu durumu tasvir etmek için Toltek geleneğinde var olan bakış açısını paylaşmak çok anlamlı geldi:
“İnsan daima kişisel rüya adını verdiğimiz şeyin ortasındadır. Kişisel rüya, etrafınızdaki dünyayı nasıl gördüğünüzdür. Kişisel rüya halindeyken, dünyayı onunla ilgili kendimize anlattığımız hikayeler vasıtasıyla anlamlandırırsınız. Rüya görmek, hikayeler anlatmak zihnin yaptığı şeydir. Rüyayı durduramazsınız; sadece içinizdeki rüyacının farkına varabilir ve rüyanızı değiştirmek için bu iki ucu keskin armağanı kullanabilirsiniz”.
Dilerim, kendimiz olma yolculuğuna çıkma armağanını yeni yılda kullanmaya niyet edelim.
İnanç kalıplarının , şartlanmaların hayatın doğasında olduğunu bilelim ama bir noktada o " Ben kimim " sorusunu sorarak yola koyulma cesaretini göstermeyi hatırlayalım.
Kendine çıkan tüm yolların önünde kolaylıkla açılması dileğiyle ...
Namaste
Bilgen Gültekin
Comments