Bazen hepimiz aynı aktiviteleri yaparken, üzerine kum yığını dökülmüşçesine ağır hissedebiliriz. Pandemi döneminin uzaması ve sosyal varlıklar olarak insanlarla ve çevremizle bağlantımızın koptuğu bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem o kadar uzun sürdü ki, durma ve bekleme noktasındaki hayatın içerisinde kalakaldık. Aslında yaşadığımız bu kollektif durumun kendisi de ataleti besliyor. Öncelikle atalet nedir diye açmak gerekir. Anodea Judith kitabında şöyle belirtmiş “Fizikte atalet bir nesnenin üzerine bir başka kuvvet uygulanmadığı sürece bulunduğu halde – hareket hali ya da durma halinde kalma eğilimidir. Bu kalma ve durma halinin etkisi, irademiz üzerinden ifade bulur. Bizi beklenmedik şekilde kavrayan bu atalet hali çoğu zaman değişime karşı dirençten, bilinmezle kalamamaktan, isteklerimizi gerçekleştirememekten beslenir. Üstelik kendimizi yakın gelecekte bir beklenti içine soktuysak ve ondan da ümidimizi kestiysek, yataktan kalkıp güne başlayacak isteği bile duyamayabiliriz. Atalet çözümsüzlükten ve değişime dirençten çokça beslenir. Çünkü zaten içimizde var olan bir eğilimdir, dönem dönem açığa çıkar, sinsi bir yoldaş gibi bizimledir ama varlığının ortaya çıkardığı zararı savunma mekanizmaları ile kamufle eder. Atalet’in insanın farklı alanlarında var olabilen, dönem dönem yoğunlaşan bir olgu olduğunu gözlemliyorum. Yine de ataleti aşarak hayatının bir noktasında döngüleri kırmış pek çok insan da var.
Aldığım eğitimlerden birinde günlük yaşantımızda bilinçli yanımızın sadece %5 oranında aktif olduğunu, bilinçaltımızın ise % 95 oranında aktif olduğunu öğrenip ufak çaplı bir şok yaşamıştım. %95 bilinçaltı ve otomatik modlarla yönetilen bir organizmaya sahipsek, elimizdeki %95 ‘i harekete geçirecek, %5‘lik kısmı çok etkin kullanmalıyız. Deneyimime göre atalet , bilinçaltımızda örgütlenmiş, yıllar içinde nöral ağlarımızda sabitlemiş sinsi sinsi yaşayan otomatik yolların ta kendisi…Mesela, bir adım atmak istersin veya bir hayali gerçekleştirmek istersin , otomatik düşünce gelir “yeterince iyi değilsin “ve o hayal olarak kalmaya devam eder. Daha canlı bir örnek vermem gerekirse, ilk kez yogaya başlayan kişiler instagramda gördükleri pozları yapamayacağına, o esneklik ve güce sahip olmadıklarına inanırlar! Ne yazık ki zihnin kalıplarını aşmak, bedenin kalıplarını aşmaktan çok daha zor. O yüzden yoga yaparken kilonun, esnek olmamanın, yeterince sportif olmamanın yoga pozlarını yapmasına engel olacağına dair inanç çok güçlü olabiliyor. İnsan zihni için hiç denememek, başarısızlıktan daha kabul edilebilir. Diğer taraftan, yeterince çalışma ve pratikle kişilerin bedenlerinin mevcut hallerinin ötesine geçerek yapamam diye düşündükleri pozları nasıl da deneyimlediklerini ve bu kalıpları yıkmanın vermiş olduğu o çocuksu sevinci gözlemliyorum. Oradaki mesele gerçekten pozu yapabilmek mi, yoksa iç gücümüzü keşfetmenin, yapabilirliklerin zihnin sınırlarının ötesinde olduğunu idrak etmek mi?
Ataleti yenmek, aslında irade gücünü harekete geçirebilmekten, ateş elementini ortaya çıkarmaktan geçiyor. Bunun yöntemi elbette sadece yoga pozları değil, ben en net gözlemlediğim yerden örnek verdim. Ataleti yerimizde otururken, bir şeylerin kendiliğinden değişmesini beklerken, birilerinin elimizden tutup bizi anlayıp, sorunlarımıza çare olmasını beklerken kıramayız. Kendimize inancımızı yitirdiğimizde, sürekli başka insanlarla kıyaslayarak, kusursuzluğumuzu yontma derdinde var olarak ataletin pençesine düşmemiz kaçınılmaz. Uyuyan bir potansiyel var ama uykusuna yenik düşmüş. Tatlı tatlı uykudayken, yaşamından her değerli anın uçup gitmekte olduğunu idrak edemiyor. Belki de dış etkilerin kurbanı olmuş diğerleri onu gördüğünde, takdir ettiğinde, sevdiğinde, kabul ettiğinde kendi varlığını sevebiliyor, kabul edebiliyor. Dış etkenler ve şartlar da sürekli değiştiği için, o arayışlar o kadar yorucu bir hal alıyor ki, tükenmişliğin getirdiği bir bitkinlik haline , ilaç , TV bağımlılığına, kendinden çok başkalarının ne yaptığına tutunan bir yaşam şekline sürüklenebiliyor. Hatta aşırı çalışma eğiliminde olmak da ataletin bir belirtisi. Hayatında bir şeylerden kaçmak için aşırı çalışmaya tutunmak ve hayatı doyasıya yaşamamak için buna yaslanmak da bilinçaltının bir seçimi olabiliyor. Bu döngülerin için de hiç birimiz yalnız değiliz, hayatın bir noktasında ve hayatları boyunca bu hali deneyimleyen insanlarız. Aslında görebilirsek , atalet farkına varmamız, onu yıkmamız ve iç gücümüzü bularak yeniden ayağa kalkmamız için burada ve bizimle..
Atalet’in ne olduğunu derinlemesine yaşamış biri olarak, bunları yazarken elim titremiyor, çünkü gerçekliğini hayatımda deneyimledim. Yaşamımda ataleti ilk kıran yoga eğitmenlik eğitimi oldu. Bedenimdeki örüntüleri bırakarak zihnimdeki örüntüleri anlamaya başladım. Daha sonra yoğun bir nefes ve mantra eğitimine ve pratiğine başladım. İki gün bile ardı ardına devam etmede sorunu yaşayan ben, aylarca aynı saatte kalkarak gün içinde önemli zamanlarımı bu pratiklere adadım. Bedenim, sinir sistemim, alışkanlıklarım, bakış açım, düşünme örüntülerim, hislerim , ilişkilerim, iletişimim öyle değişmeye başladı ki, hayatı doğal neşeyle ve kabulle yaşamanın ne demek olduğunu keşfetmeye başladım. Böyle ballandıra ballandıra anlatmamda ki amaç, içimizdeki ataleti fark etmek ve ona karşı kürek çekmeye başlamanın mümkün olabildiğini gösterebilmek. Her zaman yaptığından farklı bir şey yaparak ilk adımını atabilirsin ! Miskinsen hareket ederek, hiperaktifsen yavaşlayarak, sıkıcı ve tekrar eden örüntüleri bırakarak veya meydan okuyarak. Bedenini hareket ettir, nefesini dinle, her gün yürüyüş yap kısaca bir süre kendinle yakından ilgilen. Neye ihtiyacın olduğunu kendine sor ve uygulamaktan çekinme. Ufak adımlarla başla, her gün devam et ve pratiğin kendisinin yolu açtığını hatırla. Ataleti kırdığımızda, iç gücümüz kendiliğinden uyanmaya başlar. İç gücün teslim olabilmekte, kabul edebilmekte, doğal neşede, bedeninin ve nefesin akışına uyumlanırken hayatın akışına uyumlanabilmektedir. İç gücümüzle uyumlanmanın aşırı çabayla, oldurma veya kontrolde tutmayla ilgisi olmadığını da daha net anlamaya başlayacaksın.
Atalet temel olarak kendimizi koruma içgüdümüzden ortaya çıkıyor. Peki bu içgüdü neye dayanıyor? Zihnin bildiği, kontrolünde olduğu, alışkın olduğu ne varsa ona dayanıyor. İnanç kalıpları, şartlanmışlıklar, özellikle büyütülürken oluşan kalıplar, görülmeyen ve bastırılan duyguların yüküyle başa çıkabilmek için gelişen bağımlılıklar…Ataleti yıkmak zarar veren bir alışkanlığı terk etmek için teknikler uygulamaya benzemiyor pek de. Belirli bir tekniği uygulayarak sigarayı bırakabilirsiniz veya diyetisyenle çalışarak kilo verebilirsiniz ama bence ataleti yıkmak bunun da ötesinde. Teknikler işe yarar diğer taraftan sürdürülebilir bir dönüşümü tek başına sağlamaz. Ataleti kırmak, zaten atalete yatkın bir bünyeye sahip olduğumuzu anlamakla, ataletin bizi nereden ele geçirdiğini anlayıp fark etmekle ve o savunma mekanizmalarının oluşturduğu düğümleri çözmeye niyet etmekle mümkün. Ancak o zaman iç gücün açığa çıkmak için fırsat bulacak, ancak o zaman kırılganlıklarınla kalabilme riskini alabileceksin ve kırılganlıklarınla kaldığında kabulü, teslim olmayı ve her şeyden daha çok gerçek özgürlük hissini tadabileceksin. O kırılganlığın altındaki hazineler ufak ufak ortaya çıkmaya başladığında hayatın mucizevi bir yer olduğu deneyimi pekişecek kalbinde… Dışarıya bir o kadar şefkatli, sevgi dolu ve kapsayıcı, içeriden ise demir gibi sağlam hissedeceksin. Biliyorum bu son yazdığıma inanması zor, çünkü bize tersi öğretildi. Ne olursa olsun dışarıya sağlam, dik dururken, içeride bastırılan duyguların esiri olmanın güç olduğu, hırslı olmanın güç olduğu , kendini hiçe sayacak kadar çok çalışmanın başarı olduğu bir dünya her an dayatılıyor. Hatırla bir deyişi, yen kırılır içinde kalır ! bundan daha nicesi vardır sıralamak istersek .Eğer bu yazdıklarımdan kalbinde bir kıpırtı uyandırdıysa, varlığında sarmalanan ataleti yakından tanımaya niyet et. Zihnin kendini korumak için hangi atalet örüntüsünü taşıdı hayatına, geleceğini hangi sahte inancın parmaklığı arasına mahkum etmektesin. Onu gör ve şöyle de “ senden büyüğüm”. O zaman belki fark edeceksin onun adı belki sigara içmek, belki aşırı yemek, belki kabul görme ihtiyacından ortaya çıkan evet’lerin, belki derin bir çocukluk travması, belki de ….. Bu boşluğu doldurmak yaşayan insan kadar çeşitli. Ama kaynağı net, kendini gerçekleştirememenin önündeki, kırılganlığınla kalamamandaki engelindir, atalet! Zararlı olduğunu bilsen de , bildiğine tutunarak kendini koruma içgüdün, tutsaklığın, korkutucu özgürlükten kaçış biletin… Çok insanca, çok anlaşılabilir. Yine de bu çarkın dişlileri arasında kaybolan olmamayı seçmek de mümkün. Kendine her şeyden güçlü olabileceğini haykırmak ve tüm dünyaya benliğindeki sevginin ve şefkatin gücünü sunmak. Bunu sunabildiğinde derinliğin senden gelmediğini de anlamış olacaksın. Derinlik kabuklarından soyundukça, kırılganlıklarına açtığın alandadır, derinlik kırılganlıklarınla kaldıkça başka insanların yaralarına şefkat duyabilmektedir, derinlik hepimizin kabukları , kırılganlıkları sıyrıldığında her birimizin içinde kaynayan ÖZ ‘ündedir. Hani o, “bir ben var benden içeri” dedir.
Namaste,
Bilgen Gültekin
Comentarios