top of page

Tinsel Yolculukta Aşkınlık ve İçkinlik

Tinsel Yolculukta Aşkınlık - Bölüm 1


Bu yazının ortaya çıkma süreci benim açımdan çalkantılıydı ve bu yüzden kaleme dökme ve sunma açısından tereddütler yaşadım. Bunun sebebi de konunun oldukça derinlikli olmasıydı. Diğer taraftan yazı içimde kalamayacak kadar kalbimden taşıyordu. Okuyanların kendi yolculuğunda ilham olarak faydalanması niyetiyle yazımı yayınlamaya cüret ediyorum.


Tinselliğin günlük hayata aktarılması, deneyimlerin diğer insanlarla paylaşılması için ciddi bir sindirme sürecine ihtiyaç var. Son yıllarda yoga, nefes, meditasyon ve farkındalık (mindfulness) çalışmalarına ilgi arttı. Bunun temel sebebini, içimizde maddi olarak ulaştıklarımızla kapatamadığımız ve gittikçe açılan bir boşluk, hızla gelişen hayatın akışına belirli bir süre sonra ayak uydurmakta zorlanan sinir sistemimiz ve bedenimiz, ruhsal doyum sağlayacağımız manevi kaynakların sadece dinsel içeriklerle, ibadetlerle sınırlı tutulması ve ne yazık ki din anlayışının çokça istismar edilerek manevi boşluğu giderek arttırması olarak gözlemliyor ve deneyimliyorum. Elbette herkesin kendine göre farklı nedenleri olabilir. Sonuç olarak maddi yaşamın içinde sıkıştık ve çıkışı nerede bulacağımızı anlamaya ihtiyacımız var.


Bu üç kavramı önce sırasıyla ve sonra birbiriyle ilişkisine bakarak ele almak istiyorum. Önce " Tinsel". Tinsel aslında sıkça duyduğumuz spiritüel kelimesi ile aynı anlama geliyor ve Türkçe bir kelime. Soyut bir kavram olması dolayısı ile de kelimelere dökmekten ziyade deneyimlemeye daha açık bir kavram. TDK ‘da madde ile ilgisi olmayan, manevi olarak tanımlanıyor, bundan dolayı zihninizde bazı imgeleri canlandırarak daha derin anlam keşfine çıkalım. Bu kelimenin kapsadıklarına günlük yaşamımızdan bazı örnekler vermek bağlantı kurmak için iyi olur, tinsel denilince; ilahi, yaradan, inanç, kaynak, ruh, yüksek bilinç, varoluş, yaratım, evren, doğa, maneviyat, din, sanat, meditasyon gibi kelimeler çağrışıyor zihnimde, kısaca elle tutulur, gözle görülür , maddesel boyutta deneyimlenmeyen ama an be an varlığımızın özünde var olanla temas ettiğimiz deneyimlerde mevcut. Manevi öğretmen ve yazar Adyashanti, bunu şöyle açıklıyor; bir elmayı ısırıp yemediğiniz sürece elma yemenin deneyimini ve tadının nasıl olduğunu anlayamazsınız. Birileri size biraz kıtır ve ısırdığınızda sulu hafif ekşimsi ve hafif tatlımsı bir lezzeti var diyebilir ve sizde bu tanımı anlamış gibi hissedebilirsiniz ama o elmayı ısırmadan bu deneyimi asla anlamayacaksınız. Tam da bu nedenden ötürü tinsel deneyimlerde bir başkasının anlatması veya tanımlaması ile anlaşılamaz. Ancak böyle bir olgunun varlığını dillendirebiliriz, gerisi yaptığımız pratiklerle açığa çıkan doğal deneyimin bir parçasıdır. Bu pratikler çok çeşitli ve en önemlisi adanma, süreklilik ve nihayetinde daha yüksek bilinçle temas etmek için bilinç seviyemizi yükselterek ulaşılabilir. Daha anlaşılabilir olmak adına, ego ve zihin süreçlerini tanımak, arındırmak ile ilgilidir. O yüzden manevi alanda seni en çok besleyen ne ise ona vakit ayırmak, o yolda devam etmek çok değerli olacaktır. Hayatımıza sadece maddi amaçlar ve araçlarla tutunduğumuzda ruhumuz kanamaya başlar, katılaşırız, egonun yönettiği bir hayatın içinde “miş -mış gibilerle, meli –malı” lar ile yaşam sarmalının içerisinde geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin endişeleri arasında gider geliriz. Tinsellik sadece “şimdi” var olur ve biz şimdi ile temas etmeyi öğrendikçe ve deneyimledikçe yaşamda olma halini deneyimleriz, o deneyimin içinde madde ve manayı birlikte dengeleyerek yaşantımızda bir anlam ortaya çıkarabiliriz. Burada kendi deneyimimden bir örnek vermek katkı sunabilir.


2017 yılında yoga eğitmenlik eğitiminde sabah erken kalkıp, orman içinde yaptığımız düzenli sessiz yürüyüşlerin 4. günündeydim. İlk günler bu sessiz yürüyüşler maymun zihnimin konuşup durması, günlük sıradan olayları bozuk plak gibi çevirip aynı yere getirmesinden ibaretti. O yüzden bu sessizlik alanı ile kalmak zordu, daha önce hiç tanık olmadığım kadar sabırsız ve durmadan konuşan zihnime tanıklık ediyordum. Ancak 4. gün bambaşka bir şey oldu, nereden geldiğini anlamadığım gözyaşı ile başlayan bir ağlama hali tüm bedenimi ele geçirdi. Ormanın içinde yalnızdım ve bu yüzden sesim çıktığı kadar ağlarken, bu göz yaşlarının akmasına izin verebildim, zaten başka bir seçenekte yoktu, dediğim gibi ele geçirilmiştim. Ağladıkça o günkü yaşamımda ruhumu zorlayan hangi kalıplar varsa, onlarla ilgili içsel bir anlayış yükselmeye başladı. Bir nevi iç psikoloğum devreye girmiş, neden sonuç ilişkisi ile bana sunum yapıyordu. Şaşkındım, bilinmezin içinde hiç tanımadığım bir alandaydım, bu iç sese güvenmeli miydim? Gözünüzde bir jeton makinesi canlandırın bu içsel farkındalıklar da jeton olsunlar, 1 saatlik yürüyüşte jetonlar takır takır düştü desem abartmış olmam. Şaşkın olmanın ötesinde “tek kelime edesim” yoktu. Yürüyüşün sonunda ağaçlık alana ulaştık, o sessiz, sabahın tazeliğinde ağacın dalındaki çiçek o kadar harika göründü ki, eğildim ve kokladım. Bulunduğum anın cennet olduğu düşüncesi tüm benliğimi ele geçirdi. Bu hal içindeyken kısacık bir an her şey durdu. Daha önce hiç deneyimlemediğim, tinsel bir deneyim yaşadım. Gözlerim açıktı, uyanıktım, hiç olmadığım kadar teslim olabilmiştim. Sessizliğin içinden gelene açıktım ve farkındaydım. O anda doğru / yanlış, iyi /kötü, haklı /haksız yoktu, hiçbir şey yoktu ve her şey oradaydı ve Bir’di. Sonrasında yükselen bir coşkunluk hissi ile dolmuştu tüm bedenim ve tüm sorular, sorunlar bir anda yok olmuştu. Bu deneyim bence Aşkınlıktı! (Ben’in ötesine geçmek) Egomun kurduğu tapınaktan çıkıp, hiç tanışmadığım ve tarif edemediğim bir özgürlük hissine tanık olmuştum. Bu olma halini günlük yaşamıma aktarmam ve yaşamımı şekillendirmem çokça zaman, eğitim, arayış ve pratiği getirdi. O kısacık idrak anı beni peşinden sürükledi ve aslında o aşkınlığın yolunu ancak maddesel yaşamımdaki eylemlerimi dönüştürerek aşabildiğimi zaman içinde anladım.


Gözlemlerime göre, tinsel uygulamalar ve pratikler ile ilgili göz ardı edilen, an deneyimini yaşama entegre etmek konusudur. Kişiler pratiklerinde tinsel alana temas edip, sonrasında günlük hayatında aynı ego döngüleri ve çıkmazlarında yaşamaya devam ediyorsa, o alan sadece bir pansuman etkisi olarak var olabiliyor. O yüzden fark ettiğin, özgürleştiğin ne varsa, yaşamına entegre edecek kadar cesaretli de olmalısın! Buradaki asıl mesele zamanlama değil, o niyetle yaşamda hareket etmektir diye düşünüyorum. Niyet farkındalıkla birlikte hareket ettiğinde, yaşam yolunu açıyor, bunun için yaşamın akışına güvenmek ve yol alırken sabırla ilerlemek elzemdir. Tinselliği, aşkınlığa dönüştürmek böyle gerçekleşti benim deneyimimde…Maddeden manaya, egodan yüksek bilincin farkındalığına varan kişi, aşkınlıkla özgürleşme akımını deneyimliyor ve hakikat ile bağlantı açılıyor. Maddeden manaya yolculuk (Anodea Judith, Hayatın Çakraları kitabında aşkınlığın 1. Çakradan 7 çakraya yolculuk olduğunu anlatıyor.) Bu yolculuk zaman zaman hem sarsıcı hem de hafifletici olabiliyor, bir kelebeğin kozasından çıkışı gibi o kadar sıkıştık ki kabuğumuzu kırıp, kanatlarımıza kavuşmayı bekliyoruz. Bildiklerimizi, bilmediklerimizle yer değiştirip özgürce kanat çırpmak bir yolculuk meselesidir ve net bir süresi, zamanlaması, kaidesi, kuralı yoktur. Tek gerçeğimiz içsel yolculuğa, adanmadır. Aşkınlıkla egonun ben, benim, bana tanımlarından sıyrıldıkça, yukarıya doğru birlik bilincine yol alırken özgürleşmeyi deneyimliyoruz.


Tinsel yolculukta İçkinlik – Bölüm 2

Aşkınlık yolculuğunu ego bilincinden özgürleşerek, kişinin birlik bilincine ulaşması olarak anlıyorum. İçkinlikse birlik bilincinden akan mananın maddeye yani yaşamdaki eylemlere ve forma aktarılması…İlahi ve birlik idrakine sahip olan bilincin tekrar aşağı doğru (7. Çakradan 1. Çakraya doğru) manadan maddeye doğru olduğundan bahsediyor sevgili yazar Anodea Judith. Bu kavramlar bu kadar genişken birkaç cümleye sığdırmak her cümlede zorlaşsa da , bu defa engellemek isteyen tarafıma aldırış etmiyorum. Çünkü bu olgularla tanışmak bile, günlük hayatımın içerisinde büyük resmin varlığını hatırlatırdı diyerek devam ediyorum. Bence içkinlik bir huşu hali, evrendeki her şey ile bir olurken, hiçbir şeyi dışarıda bırakmamak, olanla sonsuz bir barış yapma hali… Zor! Cehalet, yoksulluk, adaletsizlik, kötülük, yalan, riya, haksızlık, şiddet gördüğümüz bu dünyayı olduğu haliyle kabul edebilmek çok zor! O halde kötülüğü reddettiğimiz, yok etmek istediğimiz bir noktada iyiyi nasıl bulalım? Zıtlıkların içinde var olan bir dünyada kendi adıma, ancak Tek’liğin yüce adaletine, şefkatine, hakikatine, sevgisine inanarak ve güvenerek, bağlantımı sürdürerek. Yine de yaşama kabul, güven ve teslimiyet ile yaklaşmak insan zihni için aşılması zor engeller ve tuzaklarla dolu. O yüzden bence içkinlik kendimizi aştığımız bir noktadan, ilahi alana temas etmek ve keşfettiğimiz tanrısal biricikliğimizi bütünün faydasına sunma yolumuzla ilgili ve tam da bu yüzden en zoru… Kimliklerinden sıyrılmak hiç kimse için kolay olamaz! Ben ve benim olanla özdeşleşmeden yaşamak! O kadar derin hayal kırıklıklarından, kırgınlıklardan geçip, yaşama kollarını açıp, ben güven duyuyorum diyebilmek! Travma deneyimlerinden geçen bir bedenle teslimiyet hissedebilmek! Haksızlıklarla boğuşup, yaşamda savaşlar verirken yapılanları kabul edebilmek ve kayıplara aldırış etmemek! İnsanız ve tüm bunlarla birlikte varız. Bu deneyimlerin şekillendirdiği kişi olmadığımıza dair derin bir inanç, bir arayışla başlamak nasıl olurdu? Her şey kendi zamanında çözülür. Bu yolculuğun düz bir çizgisi yoksa da uygulanan başlangıç adımları, teknikleri, yöntemleri, uzmanları, eğitmenleri, mistikleri, bilgeleri, ermişleri var. Özgürleşmek ve hayatı en iyi potansiyelinde yaşamanın bir bedeli var. Ve ancak yolcu hazır olduğunda, yol açılır.


Benim için madde ve mananın ilişkisini en güzel anlatan Sema törenidir. Semazen kollarını iki yana açıp, sağ avucunu gökyüzüne, sol avucunu yeryüzüne döndürerek, Hak’tan alıp halka dağıtmayı temsil eder. İnsan deneyimini yaşamak için var olduğumuz yaşam, madde ve manayı idrak etme ve dengeleme yolculuğudur. Ne madde manasız ne de mana maddesiz tam olarak ifade bulamaz. Öyle ki konuyu anlatma çabamın yerini, rastladığım eşsiz sadelik ve mana barındıran Mevlana dizelerine bırakarak yazıma son veriyorum.


"Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.

Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.

Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki

Aradığın ancak sensin, sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.

Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.

Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;

Neyi arıyorsun, sen o’sun.

Senin canın içinde bir can var, o canı ara!

Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!

A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;

Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara

Mevlânâ Celaleddin-i Rumi


Bu satırları okurken bedeninde harekete geçmeyi isteyen bir canlılık uyanıyorsa, fark etmen ve yola çıkman dileğiyle…

Namaste

Bilgen Gültekin




4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page